Skip to content Skip to footer

Döngüsel Seyahatin Sırrı: Vahşi Olana Yer Açmak

“Yola çıkan yolun karakterini kazanır.” der Rumi. Döngüsel bir yolculuk yapmanın ne demek olduğunu öğrenmem tam da bu cümleyi duymamla aynı döneme denk gelir. Güney Amerika’yı iki yıl gezmek üzere, yeni dünya topraklarına ayak bastığımızda ceplerimizde yalnızca kentli alışkanlıklarımız vardı. Günlerin verimini; ne kadar kısa sürede ne kadar çok iş yaptığımıza göre ölçüyor, doğayla bağ kurmayı yaz tatillerinde denize girmek, yürüyüş yapmak sanıyorduk. Aslında, yeryüzü cahiliydik. 

Döngüsel bir yolculuğun sırrı, doğaya zarar vermemek için çaba harcamak yerine bir ağaçtan, tilkiden, kayadan, rüzgardan hiçbir farkımız olmadığını hatırlamakla başlıyor. Yani merkezden çekilmekle… Onlar bizim etrafımızda dönmüyor ve ortada olan biz değiliz. Hep birlikte aynı çemberde, yan yanayız. Biz aslında sürdürülebilirliği, döngüselliği, doğayla uyum halinde yaşamayı zaten biliyoruz. Bu bilgi genlerimizde, bilinçaltımızda, omurgamızda, toprağa çıplak ayak bastığımızda heyecanla yükselen göğüs kafesimizde gizli. Yani aslında yapmamız gereken; öğrenmek değil, bildiklerimizi unutmak. Peki nasıl? Güney Amerika’da oluşmaya başlayan ve şimdiki yolculuklarımızda devam eden döngüsel alışkanlıklarımız şöyle:

Yavaş Seyahat

Yolculuk kavramını, bir noktadan diğerine en hızlı şekilde gitmek ve yolda mümkün olan en az süreyi geçirmek biçiminde tanımlamaktan vazgeçtik. Yolda geçirilen süre yolculuğa dahil hatta aslolan bu. Yavaş seyahat; bakış açımızı tamamen değiştirdi. Hatta gördüğümüz en unutulmaz şeyler, karşımıza uzun yolu seçtiğimizde çıkıyordu.

Machu Pichu’ya hızlı trenle gitmek yerine İnka Yolu’nu yürüyüp, ardından eski bir demir yolunu aşarak ulaşmak hem unutulmaz hem de çevre dostu bir deneyimdi. Ya da Patagonya’yı en güneyden en kuzeye kadar otostopla kat etmek, yoldan yarım saatte bir geçen araçlarla ve kaderimizle oynadığımız bir tür iskambil oyunuydu.

Bu yüzden, bir yerden bir yere giderken uçak kullanmama şansımız varsa yerine karbon ayak izi daha düşük bir seyahat şeklini tercih ediyoruz. Ayrıca, toplu taşıma, söz konusu bölgenin kültürünü daha iyi gözlemlememizi sağlıyor. Mesela Uruguay’da otobüse binmezseniz mate çayının burada yaşayanlar için ne kadar önemli olduğunu anlayamaz, şoförlerin çaldığı müzikleri dinlemezseniz tangonun Arjantin’den çok Uruguay’a ait olduğunu öğrenemezsiniz. Yakın mesafelerde tercihimizi daima yürüyüş ve bisikletten yana yapıyoruz. 

Restoran tercihleri 

Eğer yemeği dışarda yiyeceksek buranın yerel bir restoran olmasını, bölgede yaşayan yerlilere katkı sağlamasını önemsiyoruz. Bu tip mekanlar aynı zamanda yerel malzemeyle çalışıyor, büyük oranlarda tüketim yapmayarak kendi yağlarıyla kavruluyor. Üstelik son derece lezzetliler ve bizim için gastronomi açısından da bir keşif niteliği taşıyorlar.

Atıklarının sorumluluğunu almak

Eğer kamp yapıyorsak, organik atıklarımızı toplayıp alandan ayrılmadan önce onları gömerek bir tür kompost yapıyoruz. Suyumuzu idareli kullanıyor, yanımızda taşıdığımız termosu akarsulardan, çeşmelerden dolduruyor, pet şişe su almayarak plastik atık üretmekten kaçınıyoruz. Eğer ambalaj ve şişe atığımız varsa, çöpleri ayırıp ayrı ayrı torbalarda, merkeze dönene kadar biriktiriyor, döndüğümüzde bize en yakın geri dönüşüm kutusuna atıyoruz. Şişeler ve ambalajlar ayrı ayrı kutulara gidiyor. Kendimizi yalnızca bize ait çöplerden sorumlu hissetmiyoruz, gördüğümüz plastik ambalajları, izmaritleri, poşetleri toplayıp onları da kendimizinkilerle birlikte atıyoruz. 

Alışveriş biçimi

Ambalaj tüketimini minimumda tutan market alışverişi yapmayı önemsiyoruz, yerel pazarları seviyoruz. Yanımızda kumaş çantalar, kapaklı cam kaplar, kavanozlar bulunduruyoruz. Böylece plastik tüketimimizi mümkün olduğunca azaltmış oluyoruz. Yaratıcı düşünmeye çalışıyoruz. Mesela, Patagonya’da sırt çantamızda ekmek mayası taşıyorduk. Böylece uygun koşulları bulduğumuz an kendi ekmeğimizi pişirip taze taze yiyebiliyorduk. Bu bizi, uzun süre dayanması için paketli ve katkı maddeli ekmek almaktan kurtarıyordu.

Bunun yanısıra, ağaçlardan toplanan meyveler, evinde tavuk besleyen yerlilerden alınan yumurtalar, balıkçı barınağından taze taze alınan balıklar da vicdanlı tercihler olarak yolculuğumuzu güzelleştiriyor.

Ekosisteme saygı

Geceleri kafa lambalarımız dışında ışık kullanmıyor, bölgedeki hayvanların huzurunu kaçırmıyoruz. Yüksek sesle müzik açarak, doğada yaşayan canlıları alışık olmadıkları seslerle ürkütmüyoruz. Kamp ocağımızı dikkatle açıp kapatıyor asla ateş yakmıyoruz. Ortalıkta yiyecek malzemesi bırakmayarak hayvanları, kaldığımız yere çekmiyor hem kendimiz hem onlar için tehlike oluşturmamaya çalışıyoruz. 

Doğada kamp yaparken bulaşıklarımızı deterjanla değil toprakla yıkıyor, ardından duruluyoruz. Her defasında da ne kadar temiz olduklarına şaşırıp kalıyoruz. 

Yerlilerle iletişim

Döngüsel seyahat yalnızca doğayla sınırlı değil. Burada yaşayan insanlar ve onların var ettiği kültür için de siz bir dış dünya elçisisiniz. Onların avcuna paralar sıkıştırarak yabancılarla ilişkilerini maddi çıkar elde etme üzerine kurmalarına yol açmaktan, ritüellerine ve kutsallarına alaycı yaklaşmaktan kaçınmaya çalışıyoruz. Seyahat ettiğimiz bölge dış dünyadan ne kadar izoleyse o kadar dikkatli olmaya çalışıyoruz. Örneğin, Amazon Ormanları’nda yaşayan bir machiguenga kabilesini ziyaret ederken önünüze pişmiş bir maymun konulması olası. Buna nasıl tepki vereceğiniz ise bu insanların, sizden sonra karşılaşacağı yabancılarla geliştireceği iletişim şeklini belirleyecek. 

Bir başka örnek de And Dağları’ndan… 4.000 metre civarında bulunan güzel bir lagünün kıyısında kamp yapmaya karar verdiğimizde, bölgedeki Quechua yerlilerinin yabancılara hiç alışık olmadığını bilmiyorduk. Ancak çadırı kurduktan sonra bütün köy halkı yani yaklaşık 40-50 kişi, çadırın önüne gelip gözlerini bize dikerek sessizlik içinde izlemeye başladı. Bu, onlar için olduğu kadar bizim için de tuhaf bir durumdu. Onlara, yanımızda getirdiğimiz meyvelerden ikram ettik ve dilimiz döndüğünce geçici olarak burada olduğumuzu anlatmaya çalıştık. Bir süre sonra yavaş yavaş dağıldılar. Bu olay bizim için bir döngüsel yolculuk dersiydi. Hata yapmıştık. Kampı kurmadan önce onlarla konuşmalı, izin almalı belki de buradaki komüniteye giyecek, meyve ve sebze hediye etmeliydik. 

Bu tip deneyimleri, bir yeri yaşayıp tüketme değil oraya katkı sağlama, buralılarla bir bağlantı kurma fırsatı olarak kullanmanın önemli olduğunun farkına varma fırsatı olarak görmek önemli. Ayrıca, onlarla eşit bir ilişki kurmak, karmaşık ilişkiler ağına sahip kalabalık bir yerden geldiğimiz ve daha çok para kazandığımız için kendimizi doğal olarak onlardan daha yukarda görmemek önemli. 

Vahşi olana yer açmak 

Fazlasıyla evcilleştirilmiş hayatlarımızda, alabildiğine hijyenik yaşıyoruz. Her sorunumuzu çözecek bir ürün mutlaka var. Dışarıda olup biten her şeyden korunuyoruz. Yağmurda ıslanmıyor, güneşte kavrulmuyor, karda üşümüyor, rüzgarda savrulmuyoruz. Aldığımız kokular bile hep kontrolümüz altında. Suyumuz ılık akıyor, duvar köşelerimizde bir örümcek ağına bile yer yok. Yaşamlarımız, sayısız detayın kontrolü altında. Her bir içecek için ayrı bardağımız, sayısız nevresim takımımız mevcut. Bu kadar ehlileştirilmiş bir hayat rahatlık sağlarken, bizden neleri eksiltiyor acaba? 

Beklenmedik sürprizleri, vahşi içgüdülerimizi, tutku duyduklarımızı, kendimizi yeryüzünün ayrılmaz bir parçası olarak hissetmeyi… İçine teslim olduğumuz konfor usul usul, bunları her gün biraz daha eksiltiyor. Doğa giderek bilgisayarımızın masaüstünde gördüğümüz, bize hakkında felaket senaryoları anlatılan, üstümüze virüsler, depremler, kasırgalar salan, ona karşı suçlu hissetmemiz gereken bir yabancıya dönüşüyor. Oysa gerçek bambaşka.

Bitirirken,

Ne demişti Mevlana? “Yola çıkan, yolun karakterini kazanır.” Ben de Güney Amerika’ya ve dünyanın pek çok farklı noktasına yaptığım yolculuklarda keşfettiğim coğrafyaların karakterini kazandım. Hindistan benden kontrolcülüğümü çaldı mesela. Seni gidi tatlı hırsız! Brezilya’da kadınlığımdan korkmamayı öğrendim. Ortadoğu’da dünyaya gelmiş ve büyümüş bir kadın için büyük bir kazanç. Uruguay, “yalnızca dur” diye fısıldadı. Sarsıldım. Arjantin ise beni bir tilkiyle göz göze getirdi. Bir süre, öylece birbirimize baktık. Sonra o tilkinin ağzından şunları söyledi; 

“Bir kayasın, gölsün, rüzgarsın, yağmursun, insansın ve tilkisin. Göbeğinden çıkan şeffaf ve görünmez bir kordonla hepsiyle bağlısın. Bunu anladığın an artık doğayı korumana gerek kalmayacak çünkü sen yeryüzü olacaksın. Yeryüzü de sen…” 

İçerik pazarlama hakkında taze haberler almak ister misiniz?

B-612 Story Lab © 2024. Tüm hakları saklıdır.